**Satın alacağınız kitabın baskısı görseldekinden farklı olabilir.
Jack London'ın yarı otobiyografik romanı Martin Eden, 20. yüzyıl başında sosyal ve ideolojik meseleler ağırlıklı içeriğiyle Amerikan edebiyatında büyük ölçüde kabul görmüştür. London farklı sınıflar arasındaki zihniyet ve değer farklarını gözlerimizin önüne sererken, statü ve servetin Amerikan toplumundaki hayati önemine işaret eder. Romanın ana temalarından biri, başarı ve refah yolunun sosyal sınıf farkı gözetilmeksizin herkese açık olduğu şeklinde özetlenebilecek Amerikan Rüyası'dır. Ya da bu idealin yarattığı muazzam hayal kırıklığı.
London, romanı bir sanatçının çıraklıktan olgunluğa geçiş sürecini işleyen Künstlerroman geleneğinde yazmıştır. Martin'in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenmektedir artık.
JACK LONDON (1876-1916): Asıl adı John Griffith Chaney olan Jack London, San Francisco'da doğdu. California'daki Oakland'da, annesinin ve London soyadını aldığı üvey babasının yanında yetişti. On dört yaşında okulu bırakarak serüven dolu bir hayata başladı. Bir tekneyle San Francisco Körfezi'nde dolaştı, kaçak istiridye avladı ve Japonya'ya gitti. Daha sonra ortaöğrenimini tamamlayarak California Üniversitesi'ne girse de, çok geçmeden okulu bıraktı. İlk kitabı Son of the Wolf (1900; Kurt Kanı) geniş bir okur kitlesine ulaştı. Ona kalıcı bir ün sağlayan yapıtı ise The Call of the Wild (1903; Vahşetin Çağrısı) oldu. Yazarın diğer önemli yapıtları arasında White Fang (1906; Beyaz Diş), Iron Heel (1907; Demir Ökçe) ve Burning Daylight (1910; Yanar Gün) sayılabilir. London, 22 Kasım 1916'da ardında çok sayıda eser bırakarak hayata gözlerini yumdu. Martin Eden'ı yaratıcısıyla arasındaki paralelliklere dikkat çekerek okuma deneyimini hayli zenginleştiren notlarla sunuyoruz.
avaş karşıtı görüşleriyle tanınan Zweig I. Dünya Savaşı boyunca bu görüşlerini yaymayı kendine misyon edinmişti. Avrupalı ve "dünya vatandaşı" kimliğine büyük değer veren yazar, yapıtlarında savaşın yıkıma uğrattığı "eski dünya"nın değerlerinin kayboluşunu büyük ölçüde dert edinmiştir. Mecburiyet 'in ana karakteri ressam Ferdinand da savaş sırasında askere alınmamak için İsviçre'ye kaçmıştır. Bir gün askerliğe elverişliliğinin tespiti için konsolosluğa davet edildiğinde, karısının şiddet karşıtı duruşuna ihanet etmemesi yolundaki telkinlerine karşın kendini gitmek zorunda hisseder. Görev duygusu, savaş karşıtı düşünceleri ve karısına duyduğu sevgi arasında sıkışıp kalmıştır. Ferdinand her ne kadar "insanlığın ötesinde bir vatanı" olmasa da, "yirmi milyon insanı boğan o
zinciri" kıramayacağını düşünür.
ayıncı : İş Bankası Kültür Yayınları; 1. basım (20 Eylül 2017)