“Özgünlük” ve “yeni”nin sürekli övüldügü bir çagda, detaylarda ne kadar ayrissak da, temelde birbirimize çok benziyoruz. Sadece birbirimize benzemekle kalmiyoruz; bizden önceki nesillerden de o kadar farkli degiliz. Teknolojinin ve modernitenin getirdigi tüm yeni imkânlara ragmen birçok aliskanligimizdan vazgeçemiyoruz. Benzer durumlarda benzer tepkiler gösteriyor, âdeta ezbere yasiyoruz. Ve bunu degismedigimizin pek de farkinda olmadan yapiyoruz. Gözlemlemenin, sorgulamanin, tutarli fikirler gelistirmenin sancili sürecine katlanmaktansa reklamvari sloganlarla özgünlügü yakalayabilecegimizi saniyoruz. Ve sonunda her tembel ögrenci gibi sinifta kaldigimizda hocayi suçluyoruz. Iste Ezbere Yasayanlar, bir türlü vazgeçemedigimiz aliskanliklarimizin tarihî arka planiyla birlikte antropolojik, sosyolojik ve psikolojik kökenlerini irdeliyor. Bizim gibi olmayanlara neden tahammül edemiyor, yabancidan ve farklidan neden korkuyoruz? Insanlari niçin konusma tarzina göre yargiliyor, argo kullananlara ya da aksanli konusanlara niçin yukaridan bakiyoruz? Su rasyonalite çaginda neden hediye aliyoruz ve birbirimize bir seyler ismarliyoruz? Niçin dedikodu yapmaktan vazgeçemiyoruz? Son elli yilda birçok hak edindikleri halde kadinlar neden erkeklerden farkli meslekler tercih etmekte israr ediyor? Bunca bilimsel gelismeye ragmen neden hâlâ fala ve büyüye inaniyoruz? Yukaridaki sorulara cevap ararken anekdot denizinde bogulmadan diyardan diyara kosup çagdan çaga savrulacagiz. Tas Çagi’ndan modern zamanlara, Kalahari Çölü’nden Trobriand Adalari’na, Güney Sudan’dan Alp Daglari’na, Çin’den Aztek diyarlarina keyifli bir yolculuga çikmaya, Evliya Çelebi’den Torquemada’ya, James Cook’tan Samhat’a, Kraliçe Njinga’dan Imparatoriçe Irene’ye, konusan sempanzelerden Akilli At Hans’a, yamyamlardan hadimlara birçok ilginç karakterle tanismaya hazir misiniz? Ezbere Yasayanlar’da iki yüz bin yillik insanlik mirasinin ortaya koydugu birbirinden degisik toplum ve kültüre yönelerek davranislarimizi sekillendiren ana etmenleri inceleyecek; kültürle biyoloji, geçmisle gelecek, gelenekle yenilik arasindaki çekismeyi merkeze alarak, sartlarin aliskanliklarimizi ne noktaya kadar degistirebildigini tetkik edecek ve dogamiza ne kadar hükmedebildigimizi görecegiz.
"Özgünlük" ve "yeni"nin sürekli övüldüğü bir çağda, detaylarda ne kadar ayrışsak da, temelde birbirimize çok benziyoruz. Sadece birbirimize benzemekle kalmıyoruz; bizden önceki nesillerden de o kadar farklı değiliz. Teknolojinin ve modernitenin getirdiği tüm yeni imkanlara rağmen birçok alışkanlığımızdan vazgeçemiyoruz. Benzer durumlarda benzer tepkiler gösteriyor, adeta ezbere yaşıyoruz. Ve bunu değişmediğimizin pek de farkında olmadan yapıyoruz.
Gözlemlemenin, sorgulamanın, tutarlı fikirler geliştirmenin sancılı sürecine katlanmaktansa reklamvari sloganlarla özgünlüğü yakalayabileceğimizi sanıyoruz. Ve sonunda her tembel öğrenci gibi sınıfta kaldığımızda hocayı suçluyoruz.
İşte Ezbere Yaşayanlar, bir türlü vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımızın tarihi arka planıyla birlikte antropolojik, sosyolojik ve psikolojik kökenlerini irdeliyor.
Bizim gibi olmayanlara neden tahammül edemiyor, yabancıdan ve farklıdan neden korkuyoruz? İnsanları niçin konuşma tarzına göre yargılıyor, argo kullananlara ya da aksanlı konuşanlara niçin yukarıdan bakıyoruz? Şu rasyonalite çağında neden hediye alıyoruz ve birbirimize bir şeyler ısmarlıyoruz? Niçin dedikodu yapmaktan vazgeçemiyoruz? Son elli yılda birçok hak edindikleri halde kadınlar neden erkeklerden farklı meslekler tercih etmekte ısrar ediyor? Bunca bilimsel gelişmeye rağmen neden hala fala ve büyüye inanıyoruz?
Yukarıdaki sorulara cevap ararken anekdot denizinde boğulmadan diyardan diyara koşup çağdan çağa savrulacağız. Taş Çağı'ndan modern zamanlara, Kalahari Çölü'nden Trobriand Adaları'na, Güney Sudan'dan Alp Dağları'na, Çin'den Aztek diyarlarına keyifli bir yolculuğa çıkmaya, Evliya Çelebi'den Torquemada'ya, James Cook'tan Şamhat'a, Kraliçe Njinga'dan İmparatoriçe İrene'ye, konuşan şempanzelerden Akıllı At Hans'a, yamyamlardan hadımlara birçok ilginç karakterle tanışmaya hazır mısınız?
Ezbere Yaşayanlar'da iki yüz bin yıllık insanlık mirasının ortaya koyduğu birbirinden değişik toplum ve kültüre yönelerek davranışlarımızı şekillendiren ana etmenleri inceleyecek; kültürle biyoloji, geçmişle gelecek, gelenekle yenilik arasındaki çekişmeyi merkeze alarak, şartların alışkanlıklarımızı ne noktaya kadar değiştirebildiğini tetkik edecek ve doğamıza ne kadar hükmedebildiğimizi göreceğiz.
**Satın almış olduğunuz ürünün basım tarihi sitedekiyle farklılık gösterebilir.
"Yazılmış en iyi bilimkurgu romanı. İlk okuduğumda, yarattığı dünyayla kabuslar görmeme sebep olmuştu." -Margaret Atwood
"Öyle bir eser ki, hakkında ne söylesem eksik kalır." -Neil Gaiman
Hugo En İyi Roman Ödülü
Prometheus Şeref Kürsüsü Ödülü
Ray Bradbury sadece bilimkurgunun değil fantastik edebiyatın ve korkunun da yirminci yüzyıldaki ustalarından biri. Bilimkurgunun "iyi edebiyat" da olabileceğini kanıtlayan belki de ilk yazar. Yayımlandığı anda klasikleşen, distopya edebiyatının dört temel kitabından biri olan Fahrenheit 451 ise bir yirminci yüzyıl başyapıtı.
Guy Montag bir itfaiyeciydi. Televizyonun hüküm sürdüğü bu dünyada kitaplar ise yok olmak üzereydi zira itfaiyeciler yangın söndürmek yerine ortalığı ateşe veriyordu. Montag'ın işi ise yasadışı olanların en tehlikelisini yakmaktı: Kitapları.
Montag yaptığı işi tek bir gün dahi sorgulamamıştı ve tüm gününü televizyonla kaplı odalarda geçiren eşi Mildred'la beraber yaşıyordu. Ancak yeni komşusu Clarisse'le tanışmasıyla tüm hayatı değişti. Kitapların değerini kavramaya başlayan Montag artık tüm bildiklerini sorgulayacaktı.
İnsanların uğruna canlarını feda etmeyi göze aldığı bu kitapların içinde ne vardı? Gerçeklerin farkına vardıktan sonra bu karanlık toplumda artık yaşanabilir miydi?
Fahrenheit 451, yeryüzünde tek bir kitap kalacak olsa, o kitap olmaya aday.
"Mutlu olmamız için gerekli her şeye sahibiz, ama mutlu değiliz. Bir şey eksik. Etrafa bakındım. Ortadan kaybolduğunu kesinlikle bildiğim tek şey, on-on iki yıldır yaktığım kitaplardı."
2020 Goodreads Yılın En İyi Romanı
"Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var," dedi. "Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana. Farklı seçimler yapmış olsan, şu an nasıl bir hayatın olacağını görürsün.
Pişmanlıklarını telafi etme şansın olsaydı, bazı konularda farklı davranır mıydın?"
Nora Seed berbat halde. Kedisi öldü. İşinden kovuldu. Abisi onunla konuşmuyor. Kimsenin ona ihtiyacı yok. Art arda alınmış kötü kararların sonucunda bir kütüphanede buluyor kendini. Zamanın hiç akmadığı bir gece yarısı kütüphanesinde, sonsuz sayıda kitabın ortasında... Kitapların her birinde Nora'nın farklı bir hayatı yazılı. Başka kararlar verseydi yaşamış olabileceği hayatlar.
Farklı kariyerler, farklı eşler, farklı arkadaşlar, farklı şehirler arasında gidip gelen Nora'nın aklı sorularla doluyor. Mutluluk sadece önemli sandığımız seçimlerde mi gizli? Yanlış giden her detayın sorumlusu gerçekten biz miyiz? Hayatı yaşanılır kılan ne? Yanlış bir karar insanın tüm hayatına mal olabilir mi?
İngiliz edebiyatının önemli isimlerinden Matt Haig; Nora'nın pişmanlıklara, ihtimallere ve yeniden seçme imkanına dair çıktığı bu yolculukta, ona eşlik edecek okurlara sürükleyici ve insanın en temel sorunlarını konu alan bir kurgu sunuyor.
"Değişmesini istediğimiz bir dünyada hep birlikte sıkışıp kalmışken, tam zamanında yazılmış bir modern çağ masalı, günümüzün Şahane Hayat'ı."
Jodi Picoult
"Kitapların yaşamı değiştirme gücünü kutlayan, içtenlikle ve mizahla yazılmış, baştan çıkarıcı bir roman."
Sunday Times
"Matt Haig sözcükleri konserve açacağı gibi kullanıyor. Konserve de biziz."
Jeanette Winterson